4 Halife Hz. Ali Hz. Ömer Hz. Osman Hz. Ebubekir Ahmet Cemil Akıncı
Hz. Ali
Yazar Ahmet Cemil
Bahar Yayınları
Sayfa 424
Dil Türkçe
İslam’a daha çocuk yaşta giren ve dört Raşit Halife’nin so-nuncusu olarak Hz. Peygamberin bütün hayatına şahitlik ettiği gibi kendinden önceki üç raşit halifenin de yanı başında yer alan Hz. Ali’nin hayatı aslında tam bir asr-ı saadet tarihidir. İnsanlık tarihindeki büyük nurlanmaya daha başından tanıklık eden gözleri, hayatının sonlarına doğru fitne dönemini de görmek zorunda kalmış ve o hayattayken aralanmış olan fitne kapısı, irtihaliyle açılmış ve yokluğunda nifak rüzgarları daha bir hızlı esmeye başlamıştır.
Ahmet Cemil Akıncı’nın dört halife serisi içinde sunduğu-muz elinizdeki eseri, Hz. Ali’nin hayatı serüvenini ve onun büyüklüğünü bizlere son derece akıcı ve duygulu bir tonda sunuyor. Yayınevimiz bu güzel eseri yazarın diğer eserlerinde olduğu gibi uzman tarihçi ve ilahiyatçıların titiz inceleme ve kontrolüyle sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
Yayınlanmakta olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Os-man eserleri ile birlikte dini edebiyatımız dört Raşit halifenin hayatı ile ilgili eşsiz bir seri kazanmış oluyor.
Selam ve sevgilerimizle...
ÖNSÖZ
Hz. Allah’ın (cc) yarattığı her mahluk bir vazifeyle görev-lendirilmiştir. Gizli veya aşikâr bunu yapmaya mecburdur. Yani çalışacaktır. Çalışmazsa Allah’ın rızasını alamaz. Fakat çalışmasındaki netice Allah’ın takdirine bağlıdır. Zafer de he-zimet de O’nun dileğiyle olur. Kul ancak bir vasıtadır.
Peki, bizim için başarıyı nasıl buyuracak? Ne yapmalıyız ki, Hz. Allah’ın (cc) rızasını alabilelim? Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyuruyor: "Allah’ı kullarına sevdiriniz ki, Allah da sizi sevsin."
Bu mübarek emirden daha büyük, yolumuzu aydınlatan bir nur düşünülebilir mi? Hz. Allah’ı (cc) kullara nasıl sevdire- biliriz? Şüphesiz düşüncelerimizde ve amellerimizde, insanlığı inanç medeniyetine götürücü hayırlı kurtuluşunu daima göz önünde bulundurmakla olur bu.
Demek, ben de bir kul olarak ilhamımla vasıta kılınmışım. Hz. Allah (cc) razı gelmiş. Bana Hz. Ali (kv) eserimi de tamam-lamayı kısmet buyurmuş, sonuçta Hulefâ-i Râşidîn olarak ta-nıdığımız çehâr yâr-i güzîn, dört halifeyi anlatan eserler ta-mamlanmıştır. Kısacası, insanların inanç medeniyetine koşuş-malarını sağlayacak olan bu eserler, Hz. Allah’ı (cc) sevmede hizmet görecek âmiller arasına katıldılar.
Hz. Allah’a (cc) deryalar dolusu sunulacak teşbih ve tenzih, bilmem şükranlarımdan bir zerresini bile karşılayacak kudrette midir?
Eskiden beri huzursuzdum. Vatanımızda nüfus artıyor, bir nesil diğerine yerini bırakıyordu. Bunâ paralel olarak, her çağ-da olduğu gibi, bu çağda da, dil değişmişti. Yüzde yüzü müslüman olan kardeşlerimizin, evlatlarımızın, inanç gıdalarını eski ve bilmedikleri bir dille vermek mümkün değildi.1
Onlara tanıtılacak, kurtuluş yollarında sağlam adımlarla yü-rümelerini temin edecek nice nice mübarek zatların örnek hayatları vardı. Bilhassa ilk dört halifenin. O dört halife ki, isimleri Hz. Allah (cc) ve Hz. Muhammed Mustafa (sav) huzu-runda, camilerimizi, mescitlerimizi süslüyor. Orada ve kalple-rimizde en haşmetli, eşsiz murat yeşilliğimizdiler. Gölgelerine sığınmıştık.
Onları bugünün diliyle, kalemiyle, her yönlerini işleyerek tanıtmak gerekliydi. Huzursuzluğum bundandı. Zaman zaman, dayanamıyor, kaleme sarılarak kağıtlara eğiliyordum.
Hemen aklıma Sevgili Peygamberimizin hadislerinden bazı-ları geliyordu: "Bir iş yapmak istediğinde (o işin) netice ve akıbetini (bütün çarelere başvurarak) inceden inceye düşün. Eğer bundan sonra o işi hayırlı görürsen yap, hayırlı görmez-sen bırak."
Ben de tekrar düşündüm. Kaleme sarıldım. Bu sefer başka bir hadîs-i şerif kalbimi ılıtarak, beni durduruyordu: "Bir işi yapmak istediğin zaman teennî ile hareket etmen gereklidir. Allah sana bir kurtuluş yolu ve çaresi gösterinceye kadar."
Nihayet, iki yıl önce bu kurtuluş yolu ve çaresi gösterilmiş olacaktı ki, kuvvet ve kudretimi kazandım. Kalem elimden artık düşmedi. Yazdı, yazdı...
Bu kitap Hz. Ali’nin altmış üç yıllık hayatının, doğumundan şehit edilişine kadar geçen ömrünün hikâyesidir. Diğerlerinde
[1]Yazarın burada kastettiği dil Osmanlıcadır. Türkçede İslam tarihini ro-man üslubuyla anlatan ilk ve en büyük külliyat yazara aittir. (Ed.)
olduğu gibi, bu uğurda didiklemediğim eser kalmadı. İstiyor-dum ki, dışta durup, her cephesiyle onu anlatma saadetine ereyim.
Çünkü insandık. Zevklerimiz, sevgilerimiz, ilgilendiğimiz şeyler ayrı ayrıydı. Öyle yaratılmıştık. Normaldi bu. Toplu saygı ve hayranlığımız yanında, sevgimiz ayrılabiliyordu. Bir çiçek bahçesine girince her birimizin başka başka istikametlere koşuşmamız bundandı.
Dört halife de öyleydi. Müslümanlar, cümlesine minnettar bulunduğu halde, hilkatleri icabı, birini daha çok seveceklerdi.
İslâmiyet onlara çok şey borçludur. Dördünün Hz. Mu- hammed (sav) çevresinde kenetlenip, engin bir sadâkat ve feragatle çalışmaları, öyle bir çağda az şey midir? Onlar ve diğer sahabeler, bir kere geldiler, örnek olup geçtiler. Benzer-lerine rastlandı mı?
İnanmak için mucize aramaya lüzum yok. Gece ve gündüz, Hz. Muhammed’in huzurlarıyla şereflenen onlar, demek Allah (cc) ile elçisinin bağlantısını gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyorlardı. İnançları tamdı. Hiçbir zaman sarsılmamış, aksine artmıştı.
Hepsi daha sonra ehl-i sünnet olarak anılacak yolun ilk temsilcileriydiler. Yani Sevgili Peygamberimizin yolundan, amelinden, izinden gidenler. Sünnetleriyle yaşayanlar ve in-sanlığı yaşatmak isteyenler.
Hz. Ebû Bekir (ra) de öyleydi, Hz. Ömer (ra) de. Hz. Os-man (ra) da öyleydi, Hz. Ali (kv) de. O halde hiçbirisi ayırt e- dilmeksizin, ehl-i sünnetin kılavuzlarıydılar. Böylece Hz. Al-lah’ın tam rızasını almış ve kendilerini sevdirmişlerdi. Neticede İlâhî hüküm, daha hayatlarında onlara tebliğ edilmiş, cennete girecekleri müjdelenmişti.
Tarih ve içini dolduran hâdiseler ancak sebeplerdir. Baha-nelerdir. Onlara eğilerek, eşeleyerek biz âciz kullar hüküm veremeyiz. Haddimiz değildir, kudretimiz dışıdır.
Hz. Ali (kv) eserimde bir özellik daha var. On kaaarı müs-tesna, eser bizzat kendisinin, her biri hikmet, ibret dolu şiirle-riyle bezenmiştir yer yer.
Hz. Ali’nin altmış üç yıllık hayatını dört safhaya ayırmak mümkündür:
1.Babası Ebû Tâlib yanında geçen çocukluk safhası (6-8 yıl)
2.Hz. Muhammed (sav) yanında geçen şerefli safha (25 yıl)
3.Kendisinden önceki üç halife devri (25 yıl).
4.Bizzat kendisinin halifelik safhası (5 yıl).
Ne bahtiyardı ki o, putperestlik devrinde asla puta tapma- mıştı. Daha çocukken, aklını kullanmış ve çocuklardan ilk müslüman olmuştu. Bundan dolayı değil midir ki kendisini, "kerremallahu vecheh" diye anıyoruz.
Hz. Muhammed (sav)’den her türlü ahlâk, terbiye, ilim ve din terbiyesini almıştı. Hz. Hatice (ra), ona hassasiyetini, engin insanlık sevgisini vermişti.
Hz. Ali (kv), pek güzeldi. Mümtaz yaratılmıştı. Nazil olan âyetleri ilk öğrenendi. Kuvvetli bir şair ve hatipti. Hitabete başlayınca donmuş kalpleri harekete geçirirdi. İnsan ve insan-lığın üzerine titrerdi. Fakat İslâm söz konusu olunca pençesin-den kimse kurtulamazdı. Düsturu; "Önce barış, sonra savaş" idi. Yüzü aşkın harbe girmiş, gazalarda teke tek vuruşmalarda bulunmuştu. Hiç birisinde ne bileği bükülebilmiş, ne Zülfikâr’ı düşürülmüştü. Ne büyük iman aşkıydı ondaki! Hayber gaza-sında kalelerin demir kapılarını pençesiyle sökmüş, kopanp atmıştı!
Tasavvufu (ilm-i ledün’ü) sahabelerle birlikte peygambe-rinden tahsil buyurmuştu. İlâhî aşk ve muhabbet, bunlardan doğan neşe kendisinde gelişmişti. Tasavvuf, Hz. Ali’de zirvesi-ne ulaşmıştı.
Hz. Muhammed’in (sav) yanında kaldığı süre içerisinde so-nuna kadar sevgili peygamberi ondan razı ve hoşnut olmuştu.
Ebû Bekir, Ömer ve Osman da kendisinden razı idi. Hepsinin devrinde asla kendilerinden kopmamış, daha büyük bir gay-retle yanlannda çalışmıştı.
Halifeler çağının şeyhülislâmıydı. Evliyalar evliyâsıydı. İ- mamların başıydı. Çözülemeyen meseleler ancak onun hük-müyle karara bağlanırdı.
Kısacası, bedeni, silahı, aklı, kalbi hep İslâmiyet, hep pey-gamberinin sünnetini korumak için çalışmıştı. İnsanlığın kurtu-luşu buna muhtaçtı, bağlıydı.
Şefkat, merhamet, ihlâs ondaydı. Dünya için, nefsi için ça-lışmayı asla aklına getirmemişti. Zayıf yaratılmış nefsini ezmiş, madde hayranlığından kurtulmuştu. Çağında her türlü siyasî tazyikleri ve âlet edilmek istendiği ihtirasları ezip geçmişti. Ka-pılmamış, kaptırmamıştı.
Böylesine birbirine dost, ülkü arkadaşı olan dört halife, muhakkak ki, Hz. Allah’ın (cc) insanlara ihsan buyurduğu birlik ve beraberlikten doğacak ebedî saadetin tâ kendileriydi-ler.
Anlayabildiler mi o devrin insanlan ve sonrakiler? Şimdi anlayabiliyor muyuz?
Ne acıdır ki buna tümüyle müspet cevap vermek zordur. Çünkü daha asr-ı saadette başka Yahudiler olmak üzere bazı mihraklar her zaman olduğu gibi, sinsi yeraltı faaliyetlerine, fitne ve fesatlarına başlamışlardı. Hem İslâm’ın nurunu sön-dürmek, hem peygamberi ebedî şerefinden etmek, hem asha-bı ululuklarından düşürmek ve hem de bilhassa dört halifeyi siyasî hayatta karşı karşıya getirerek müslümanların devletini yıkmak istediler.
Hz. Muhammed’i (sav) zehirlemeye kalkışmaları, Hz. Ebû Bekir’in (ra) öyle bir harekete feda ediliş rivayeti, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın (ra) şehit olmaları onlann eseriydi. Hz. Ali’nin (kv) ilk halife olma hakkının yendiği, peygamber, hatta (hâşâ)
ilâh olduğu, gelecek Mesih diye ilan edilmesi, Hz. Osman’ın (ra) katline karıştırılması ve hiç değilse katilleri himâye ettiği iddiaları yine onların ektikleri zehirlerdi.
Hz. Ali (kv) bütün bunları görmüş, işitmişti. Hele kendisin-de ülûhiyet vehmedenlere hışmını yağdırmıştı.
Hilâfeti başlangıcında Muâviye ile çatışması, o birbirini ko-valayan hadiseler, Hâricîlerin çıkması, Sebeîler mezhebinin kurulması hep tarihe mal olmuş, orda kalacak olaylardır.
Hz. Ali (kv) ile Muâviye ihtilâfı, gerçekte, Hz. Osman’ın (ra) kâtilleri hakkında tatbik edilecek hükmün, hemen veya tedri-cen uygulanması konusundaki görüş ayrılığından başka bir şey değildi.
O çağların insanları sahneden çekildiler. Hadiseler de gitti. Fakat onları izleyen devirler, insanların tutumu meydandadır. Artarak sürdü tefrika, bölünme devam etti. Kan akıtıldı derya-lar dolusunca. İntikam, kin sürdürüldü.
Muhakkak ki buna en başta Hz. Ali (kv) üzülmüştü. Hâlâ da üzülmektedir. Aciz insan, iddiaların hiçbirisini karara bağla-yacak kudrette olmadığına göre, artık her şey Hz. Allah’ın (cc) kudret ve hesap istemesine kalmıştır. En büyük, mutlak âdil, hâkim, iyiyi fenadan, doğruyu yanlıştan günü gelince hemen ayırt edecektir.
O halde bize ne oluyor?
Müslümanlar, bilhassa şimdi birbirlerine kenetlenme ve iş-birliği yapma mecburiyetindedirler. Çocuklarımıza doğar doğ-maz fısıldadığımız kinleri, Allah’a havale edilmiş davaları bir kenara bırakmalıyız. Madem ki müslümanız, peygamberimizin izinden yürürken, izden dışarıya çıkmamalıyız.
Hâlâ, yine dış tahriklerle, farkında olmadan, bölünmeye mahkûm edilmek isteniyoruz. Neden? Çünkü keşif ve icatlar neticesinde dünya pek küçüldü. İnsan, saniye içinde birbirin-den haberdar oluyor.
Bu yüzyılın hızlı gittim sanan maddecisi, nihayet çırılçıplak olduğunun farkına vardı. Üşüyor titriyor. Çıplaklığı, hastalığı, inançsızlığından, ona soyunduğundan gelmektedir. Kendine telkin edilen bozuk dinî, bâtıl itikatlar derdine derman olamı-yor.
Hz. Ali (kv) okunup bitirildiği zaman, diğer halife devirleri, İslâmiyet’in intişârı da hatırlanacak olursa, dünyanın bu anda-ki çırpınışında ne kadar büyük bir vazifeyle karşı karşıya bu-lunduğumuzu anlarız.
Birleşmekten, kaynaşmaktan, kin ve intikam duygularından nefislerimizi kurtarmaktan çekinirsek, geç kalacağız. Müslüman olduğumuz halde, mukadder insanlık kurtuluşunda, hidâyete erişinde vazife alamamak, seyirci kalmak, şerefinden hisse alamamak acı olmayacak mı?
Ne yüzle huzuru İlâhîye çıkacağız?
İşte âhiret, son, asıl ev orada. Müslüman olduğumuz için görüyoruz. Bırakıldığımız dünya tarlasından bir adım atsak varacağız. O kadar yakın. Vazifelendirildiğimiz tarlada işlerimiz var; öylesine çalışacağız ki, son eve dönmemiz emredildiği zaman, tarladan yüklendiğimiz kazancımız ancak ve ancak hayır yüklü bulunmalı. Kullukla dolu olmalı amel yükümüz. Bunlar bize vaat edilen cennetlerin anahtarları olacaklardır.
Hz. Ali (kv) eserimin işte böyle, insanlığın tam kurtulmayı dilediği anda, cümlesine hayırlı olmasını Hz. Allah’tan (cc) niyaz ederim.
İslam'a daha çocuk yaşta giren ve dört büyük halife'nin sonuncusu olarak Hz. Peygamberin bütün hayatına şahitlik ettiği gibi kendinden önceki üç halifenin de yanı başında yer alan Hz. Ali'nin hayatı aslında tam bir asr-ı saadet tarihidir. w
İnsanlık tarihindeki büyük nurlanmaya daha başından tanıklık eden gözleri, hayatının sonlarına doğru fitne dönemini de görmek zorunda kalmış ve o hayattayken aralanmış olan fitne kapısı, ölümünden sonra açılmış ve yokluğunda nifak rüzgarları daha bir hızlı esmeye başlamıştır.
'Yazar Ahmet Cemil Akıncı daha evvel yayınladığı kitaplarla ustalığını ortaya koymuştur. Böylesine ilmi bir konunun romanlaştırılması oldukça mesuliyetlidir. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterildiğine inanıyorum.
HZ. ÖMER
ISBN: 9789754501261
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 445
Cilt Tipi: Karton Kapak
Boyut: 13.5 x 21 cm
Ürün İçeriğidir;
Sunuş
Hz. Ömer İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Müslüman olmadan önceki hayatında toplumda lider ve ger-çeği arayan bir kişi iken, oldukça çarpıcı olayların sonucunda müslüman olmuş ve onun İslam’ı seçmesi Müslümanlığın yük-selişini ateşlemiştir. Daha sonraki hayatında Hz. Peygamber’in sürekli yanı başında bulunan ve karşılaşılan her meseleyi aş-mak için görüşlerini belirten Hz. Ömer özellikle Halife olunca yaptığı idari, hukuki ve siyasi düzenlemeler ile İslam tarihine damgasını vurmuştur. Bizans ve İran’a karşı kazanılan büyük zaferlerle akıl almaz askeri başarılar sergilemiş, Mısır, Ürdün, Suriye, İrak ve İran gibi ülkeleri fethetmiş ve fethettiği yerlerin halkı tarafından saygıyla karşılanmıştır.
Ahmet Cemil Akıncı’nın elinizdeki eseri, Hz. Ömer’in (ra.) hayatını eşsiz bir üslupla anlatan, bir nefeste okuma arzusuyla sizi heyecanla soluk soluğa bırakacak bir klasiktir. Hz. Ömer’in dolu dolu geçen hayatı, Akıncı’nın onu yansıtmaktaki başarısı ile birleşince çok az kitapta bu yoğunlukta hissedilebilecek manevi hazlar, okuyucunun her satırda devşireceği olgun meyvelere dönüşmüştür.
Ahmet Cemil Akıncı’nın en güzel eserlerinden biri olan bu kitabı yayınevimiz bu baskısında yazarın diğer serilerinde ol-duğu gibi uzman yazar ve ilahiyatçıların titiz inceleme ve kont-rolüyle sizlere sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
Bu kitapla birlikte, yayınlanmakta olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Hz. Ali eserleri ile birlikte dört büyük halifenin ha-yatı tamamlanmış olacaktır. Bu eseri merhum yazarın ilk bas-kıya yazdığı önsöz ile sunuyoruz.
Selam ve sevgilerimizle...
HZ. ÖMER
İLK BASKININ ÖNSÖZÜ
Rahmet müjdecisi Hz. Muhammed, halîlürrahman Hz. İb-rahim, sabır çağlayanı Hz. Eyyûb, Hz. Hatice ve Hz. Ebû Be-kir’den sonra, şu anda elinizde bulunan Hz. Ömer hakkındaki kitabı yazmayı da Yüce Allah bana nasip buyurdu. Hâlen Hz. Osman, Hz. Ali ve Allah’ın kılıcı Hâlid b. Velid üzerinde çalış-maktayım. Önümüzdeki yıl sonuna kadar bu eserlerin de ta-mamlanacağına güvenim var. Bu güveni ancak Allah’ımın engin desteğinden almaktayım. Ona şükranlarım sınırsızdır.
Bu kitap okunup bitirildiği zaman görülecektir ki, Hz. Ömer (r.a), Hz. Allah tarafından insan üstü vasıflarla yaratılmıştır. Kendisinden ancak peygamberler üstün olmuştur. Esasen bu hükmü, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v): "Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu." veya: "Ben size gönderilmemiş olsam, Ömer size gönderilirdi" hadisleriyle perçinlemiştir.
Bu bir hakikattir. Çünkü: Hz. Ömer (r.a) bileği bükülmez, sırtı yere getirilmez bir bedene sahipti. Bunu kendisi geliştir-miştir. O, yiğitti, kahramandı. Kırk yaşına kadar çağının im-kansızlıkları dolayısıyla, hiçbir devlet işinde çalışmamıştı. Bu konuda herhangi bir tecrübe görmemiş, ders almamıştı. Fakat halife olur olmaz, bu ağır yükü herkesten daha iyi taşımasını bildi. Sanki bu görev onun elbisesiydi. Giydi ve yakıştırdı.
On yıllık halifeliği, dehâsından fışkıran inkılaplar ile dolup taştı. O, gelmiş, geçmiş ve gelecek kumandanlara örnekti. Ka-zanmadığı savaş olmadı. İran, Bizans ve Mısır’dan Medine’ye gelen haberciler daima aynı sözü tekrarladılar: Zafer! Zafer!.. Ve böylece devrin en büyük devletleri yeryüzünden silindi.
İslâm orduları Toroslar’ı aştı, Asya’nın, Afrika’nın kalbine da-yandı. Hiç şüphe yoktur ki bir kölenin o zalim hançeri olma-saydı, Hz. Ömer (r.a) yeryüzüne en parlak ve gururlu havasını verecekti.
HZ. ÖMER
Hz. Ömer (r.a), kumandanlık dehasıyla, askerlikte ve askerî teşkilâtlanmada çığır açmıştır. Orduyu kısımlara bölen, üni-forma giydiren, kumanda zincirini kuran odur. İkmâl işlerini düzenlemeyi ihmal etmemiştir. Stratejiyi ve taktiği benimse-miş, yenilemiştir. Ordu donatım teşkilâtını meydana getirmiş-tir. Sıhhî işler üzerine eğilmiştir. Bölükler halinde ilk hemşire teşkilâtı onun eseridir. Bu teşkilatı Kâdisiye Savaşı’nda kul-lanmıştır. Savaşlar nerede olursa olsun, ordunun dizginlerini elinde bulundurmuş, başkumandan olduğunu unutmamıştır.
O, hükümetin iç işlerinde, maliye, adalet, bayındırlık ve hâ-riciyesinde yeni sistemler kullanmıştır. Bugün bile bu sistemleri uygulayan milletlerin sayısı çok değildir. Şehirler kurmuş, ka-nallar açmıştır. Yaşasaydı Süveyş kanalı daha o tarihte, onun devrinde açılacaktı. Baraj ve yollara verdiği önem sınırsızdır.
Önsözde bütün bunları anlatmak yeniden kitap yazmak demektir. Bilhassa hürriyet, adalet, eşitlik ve ahlâk kuralları Roma hukukunu gölgelemiştir. İlk nüfus sayımı yapan odur. Eğitim üzerine eğilmiş, sayısız okullar açmıştır. Vakıf sistemini tesis etmiştir. Memurlarına maaş tahsisinde bulunmuştur.
Her hükümdar veya devlet başkanı, bilhassa tarihte ün yapmış olanlar, işlerinde vezirler kullanmışlardı. Böyle olduğu halde, Hz. Ömer (r.a), ile mukayese edilince aralarında tepe ile dağ farkı bulunur.
O, okur yazardı. İbranice bilirdi. Tevrat’ı, incelemişti. Güzel sanatlara hayrandı. Şiirden anlardı. Sever, teşvik ederdi. Ça-lışmayı, ilerlemeyi isterdi. Bilhassa insan sevgisi sınırsızdı. San-ki parolası: İnsan için daha iyi bir yuva, daha güzel bir vatan, daha şenlik bir dünyaydı.
Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen, anlayan, emirlerini uygulayan o idi. Devrin hukukçuları ve din bilginleri sıkışınca kendisinden feyiz alırlardı. Esasen fıkıh ve hadis ilmine katkısı büyüktü. Peygamberine engin sevgi ve hürmetinden, Kur’an’a Yüce Allah’a saygısından, hadisler üzerinde endişelenmişti. Uyduru-lacaklardan korkmuş, rivayetleri kaidelere bağlamıştı.
O, en çok tekrar putlara dönüleceğinden çekinirdi. Tedbiri bu yolda alırdı. Hatıra da olsa, ifrata kaçan bağlılıkları önlü-yordu. O çağda, İslâmiyet’in ilk yıllarında buna elbette mec-burdu.
Kalbi ve gönlü engin merhamet ve şefkatle dolu olduğu halde insanın geleceği söz konusu olunca hislerini uyutur, elleri aslan pençesi kesilerek kötülere uzanırdı. Parçalardı. Hiç bir taviz vermezdi. İçki içen oğlunu kendi elleriyle cezalandır-ması insan geleceği sevgisinden doğan örnekti.
Hangi hükümdar vardı veya olacaktı ki, dünya nimetlerin-den en büyük payı almasın. Zevk ve safa sürmesin. Bunu kendisine hak tanımasın? Böyle bir hayata sırt çeviren yalnız Hz. Ömer (r.a) idi. Önüne yığılan hâzinelere dudak büküp geçti. Sadelikten ayrılmadı. Halktan kopmadı. Onlar gibi ya-şadı. Çölleri yaya aştığı, kuma uzanıp taşı yastık, semâyı yor-gan yaptığı çok oldu. Dul ve yetimlerin, biçarelerin sularını taşıdı. Pazardan ihtiyaçlarını gördü. Cepheden gelen mektup-ları kapı kapı dolaşarak asker ailelerine bizzat dağıttı ve cevap-larını eşiklere oturarak yazdı. Bulunduğu yükseklikten böylesi- ne indiği halde, şan, şeref ve heybetinden hiç bir şey kaybet-medi. Aksine büyüdü, yükseldi.
HZ. ÖMER
ve mdash; il-işte bu eser böyle bir insanın, Hz. Ömer’in (r.a) hayat hika-yesidir. Hepimiz biliriz kitap arkadaştır, öğretmendir. Eseri yazarken bunu asla hatırdan çıkarmadım.
Bana birkaç dost, alınan kaynakları yeri geldikçe belirtme-mi, ya da sonuna eklememi söylediler. Kaygıları, bu sayfalar-da geçen bilgilerin doğruluğunu okuyucuya perçinlemekti. Elbette haklıydılar. Ancak, bunda ve diğer eserlerimde elim bir türlü böyle yapmaya gitmedi. Çünkü kitabın öğretmenlik, ar-kadaşlık vasfını kaybedeceğinden çekindim.
Çağımızın öğretim sistemi bir mekanizma kurmuştur. Tak-rirden ziyade, konferanstan çok, hikaye, gösteri, film, televiz-yon, tatbikat ile kesin sonuç alınabileceği kararındadır. Ben de romanı seçtim. Şüphesiz romanda hayal de vardır. Gerçek roman yazmak çok zordu. Hele okuyucuyu gerçekliğine inan-dırmak!
Hepimiz yaşamışızdır. Dershanede duvarlarda bulunan ko-nu dışı levhalar, yazılar, ders sırasında bizi kendilerine çok çekmiş, oyalamışlardır. Bu suretle dersten, öğretmenden kop- muşuzdur. Hatta öğretmenin kravatının eğriliğine gözümüz takılmıştır.
Kitap da böyledir. O da bir öğretmen olduğuna göre, ken-disinde ve dershanesinde yabancılar bulunmamalıdır. Beni, sayfalara ekler yazmaktan bu gaye alıkoymuştur. Hatta sayfa-ların tırnaklanmaması için kendi şiirlerimi bile feda ettim.
Kitap sonuna bir kaynak fihristi yapmak mümkündü. Beni bundan alıkoyan şahsî endişe oldu. İslâm tarihinin ün yapmış kaynakları esasen bellidir. Bunları yazmak maksadı tamamla-maz. Diğerlerini yazarken belki unuttuklarım olacaktı. Çünkü bu yaşa kadar okuduklarımdan aklımda kalanlardan birisini ihmal günahtı. Çekindim. Meraklılar isim yapmış kaynaklara eğilirler.
Beni buna götüren üçüncü ve önemli bir sebep daha var. Belki okunduğu zaman ilk anda bir hayal kabul edilecektir. Ben, inanç taşıyan insanların artık yalanı unutmalarını arzulu-yorum. Allah'ın, Kur’an’la yasakladığı ve her kötülüğün başı olan yalan, eskiden hemen hemen yok gibiydi. Yine o günleri hazırlamalıyız. Gelecek yüzyıllardaki evlâtlarımız "Yalan" ke-limesini lügatte görünce şaşırmaklar ve manasını sormalılar. Öylesine insandan uzaklaşmalıdır yalan. Bu nasıl olur? Söz ve yazılarımızda yalan kullanmama çığırını açmakla başlanabilir buna.
Eserlerimde yalan, uydurma bir şey yazmadım. İnanılırsa elbette arzulanılan maksada erişilir. Şüphesiz bilmeyerek hata-lar, yanlışlar olmuştur. Fakat bunlar asla yalan demek değildir. Kitaplarda olanlara inanmak, yalanla yapılacak savaş için baş-lıca silahtır. Ben belki pek iyimserim. Fakat eserlerimde, kay-nak vermeyerek bu maksada hizmeti düşündüm. Sanırım be-nim yolumda olan pek çok inanç sahibi vardır. Kuvvet ve des-teğimi onlardan almaktayım.
Hz. Ömer (r.a) isimli eserim, bütün bir insanlığa hayırlı ve uğurlu olsun!
HZ. ÖMER
SUNUŞ 5
İLK BASKININ ÖNSÖZÜ 7
INURDAN GÖZÜ KAMAŞANLAR 13
IIBEKLENEN ÜMİT KAYNAĞI 37
IIIKİME NİYET, KİME KISMET 61
IVYILLARDAN SONRA
VKALPLERDE YATAN İNSAN 117
VIVAZİFE AŞKININ BAHARINDA 145
VIIÇİLEKEŞ TOPRAĞIN GURURU 169
VIIIZAFER MÜJDECİSİ SANCAKLAR 193
IXKARTALLAŞAN İNSAN KUDRETİ 219
XASYA’NIN KALBİNE DOĞRU 243
XIİNKILAPLAR YARIŞI 267
XIITAŞLANAN KUMANDANLAR 289
XIIIH ve Acirc;ZİNEYİ ISLATAN GÖZYAŞLARI 311
XIVBİR KADERDEN BİR KADERE 333
XVHALKTAN KOPMADIKÇA 355
XVIATEŞTEN BİR DAĞ YERİNE 379
XVIIHANÇERLERİN EN TALİHSİZİ 403
XVIIIYARIN AĞLAYACAĞIZ 425
HZ. ÖMER
Hz. Ömer İslam tarihin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Müslüman olmadan önceki hayatında toplumda liderlik ve gerçeği arayan bir kişi iken, oldukça çarpıcı olayların sonucunda müslüman olmuş ve onun İslam'ı seçmesi Müslümanlığın yükselişini ateşlemiştir. Daha sonraki hayatında Hz. Peygamber'in sürekli yanı başında bulunan ve karışlaşılan her meseleyi aşmak için görüşlerini belirten Hz. Ömer özellikle Halife olunca yaptığı idari, hukuki ve siyasi düzenlemeler ile İslam tarihine damgasını vurmuştur.
'Yazar Ahmet Cemil Akıncı daha evvel yayınladığı kitaplarla ustalığını ortaya koymuştur. Böylesine ilmi bir konunun romanlaştırılması oldukça mesuliyetlidir. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterildiğine inanıyorum.'
Hz. OSMAN
ISBN: 9789754501278
Baskı Sayısı: 4. Baskı
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 405
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 13.5 x 21 cm
Hz. OSMAN Ürün Hakkında:
Kul, iyi niyet ve temiz yürekle dileyince, Yüce Allah onu as-la mahzun etmez. Esasen sevgili peygamberimiz Hz. Muham- med (sav.) şöyle buyurmuyor mu: "Cenâb-ı Hak açıklıyor ki: Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın, bana bir arşın yaklaşa-na ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşa-rak giderim."
Öyle yaptı ve desteği ve tevfiki ile Hz. Osman (ra.) eserimi de bitirmeyi nasip etti. Dil, Yüce Allah’ın bu engin yardımı karşısında, minnet ve şükranlarını arz etmeye nefes yetiştire-miyor, tutuluyor.
Bu kitap, Hz. Osman'ın (ra.) seksen yılı aşan hayatının hi-kâyesidir. Okuyup bitirildiği zaman çok düşünülecek ve karşı-laşılan hakikat önünde akıl ve kalp nurlanacaktır. Kendisine yürüyerek gelene koşarak giden Yüce Allah, her zaman bu-yurduğu gibi, insanı yarattığı andan itibaren sakındırıcısız bı-rakmamıştır. Son sakındırıcısı Hz. Muhammed (sav.)’den son-ra, zamana göre, kullara ihtiyaçlarına cevap verecek yardımcı-lar hazırlamıştır. Birinci halife Hz. Ebû Bekir (ra.) ve ikinci halife Hz. Ömer (ra.) ne güzel, noksansız yapmışlardı görevle-rini! O yıllarda bir başkasını düşünmek akla gelemiyor. Sanki yılları yaşamadılar, insanlığa yaşattılar Allah’ın emirlerine gö-re.
Üçüncü halife Hz. Osman (ra.) da öyleydi. Hicretin yirmi üçüncü yılından (644), hicretin otuz dördüncü yılı sonlarına kadar (656) geçen on iki senelik halifelik devri ancak kendisi-ne hastı. Bu yıllar devamınca, zamanı akışına bırakmadı İstikamet verdi ve her saniyesini insanlığın hayrına kullanmaya çalıştı
Hz. Osman (ra.) biraz yaşlanınca, kenara çekilip dünya işle-rinden el etek toplayanlara büyük bir derstir. Değil şahsını ilgilendiren işler için, müslümanların devleti için, yetmiş yaşını aşkınken en büyük, yorucu vazifeyi yüklendi, yüksünmedi.
Buna sebep dünya ikbâlinde gözü olduğu söylenemez, çünkü Cennetle müjdelenenlerdendi. Tarihçiler, her ne hik-metse, hilâfetinde geçen on iki yılı yarıya ayırırlar. İlk altı yılı başarılı, gerisini başarısız görürler. Bu en büyük haksızlıktır.
Hz. Osman (ra.), ilk gününden son gününe kadar başarıla-rının zirvesinde kalmıştır. Milletler tarihinde on iki yıl, bir baş-kan için büyük bir zamandır. Hakkında hüküm vermek kolay-dır. Fakat bu on iki yıl, o milletler için azdır. On iki gün gibidir.
Hz. Osman (ra.) göz kamaştırıcı pek çok işler yapmıştır. Devletin temelini sağlamlaştırmıştır. İslam’ın geleceğini koru-yacak muhteşem tedbirler almıştır. Asya ortalarında cihatların devamı bu cümledendir. Afrika’nın Cezayir ötelerine kadar zaptı yine böyledir. Devlet topraklarına en azından bir o kadar toprak katmıştır ve bu eserde okuyacağınız daha neler neler...
Kitapta, onun hayatını dolduran olaylar incelenmiş ve hi-kâye edilmiştir. Bunlar okunduğu zaman şu kanaatte birleşilecektir: Hz. Osman (ra.), her cephesiyle çok büyüktü. Devrini dolup taşırmıştı. Yine şu da kulağa küpe olacaktır:
Fitne odakları, Abdullah İbni Sebe’nin aynı silâhlanyla ça-lışmaktadırlar. İnsanlığa rahat yüzü göstermemek için ellerin-den ne geliyorsa yapıyorlar. Silâhları olan fitne ve fesat zehir-leri bir gül demeti gibi insanlara sunuluyor. Uzun ve acı bir talihsizliğidir insanlığın bu.
Esasen Hz. Osman (ra.) devrini işlerken, beni en çok uğraş-tıran, yoran bu meseleler oldu. Bazı tarihçiler gibi, üstte kala-madım. Eşeledim araştırdım. Bu suretle Hz. Osman (ra.), o elmas, yükseldi, yükseldi. Göz kamaştırıcı mertebesinde dur-du. Ve fitne fesat âleti yahudiler, karanlık uçurumlarındaki zift katranlarına düştüler. Bu uğurda ne tarih tahrif edildi, ne fikir oyunları yapıldı.
Gerek halifeleri, gerekse diğer İslâm büyüklerini hikâye di-liyle ve anlatışıyla yazarken, cesaretime şaşıranlar olmuştu. Fakat netice meydandadır. Beni haklı çıkardı. Böyle olacağı da normaldi.
Her biri dört yüz sahifeden aşağı olmayan yirmiyi aşkın eserlerimin, yüz bine yakın insan tarafından alınıp okunması, yakınlarına devri niçindir? Çünkü kendisinin diliyle konuşul-muştur onunla. İnandırılmıştır. Sıkılmadan, bir hikâye okuyo-rum hissiyle, öğreneceğini öğrenmiştir. Hattâ ihtida edenler olmuştur. Keşke, piyeslerle, destanlarla, radyo vb. ile yapılabil-se!
Hz. Osman (ra.) eserimin bütün bir insanlığa hayırlı olması dileklerimle.
Yumuşak huyluluğun ve cömertliğin timsali olan Hz. Osman, ikinci halife Hz. Ömer'den devraldığı ve onun büyük zaferlerle genişleşttiği devleti on iki yıllık halifelik döneminde iki katından daha fazla büyültmüştür. Mısır güneyi, Kuzey Afrika, hatta Ege'nin bir kısmından Maveraünnehr'e kadar İslam'ı yaymış hiç deniz bilmeyen bir millete donanma yaptırarak İstanbul yakınlara kadar gelebilmiştir.
'Yazar Ahmet Cemil Akıncı daha evvel yayınladığı kitaplarla ustalığını ortaya koymuştur. Böylesine ilmi bir konunun romanlaştırılması oldukça mesuliyetlidir. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterildiğine inanıyorum.'
İçindekiler
HAZRETİ OSMAN (r.a)
I. ONU BULMAK ARZUSU 13
II. İYİLER KURTULACAK 37
III. NİMETLERİN EN BÜYÜĞÜ 69
IV. İŞKENCELER YARIŞINDA 99
V. SICAK BİR TOPRAK İÇİN 129
VI. SANKİ BİR RÜYAYDI 167
VII. HAYIR VE ŞER YARIŞI 191
VIII. HOMURDANAN BİRKAÇ BULUT 223
Rey (Riy) halkının anlaşmayı bozması: 225
Ermenistan ayaklanması: 225
Azerbeycan isyanı: 225
İskenderiye isyanı: 225
IX. BELİREN ÜMİT KIRINTILARI 255
Zamanın aşındırıp erittikleri: 275
Kabileler arasına tekrar nifak sokma: 277
X. GÜNEŞİ KOVALAYANLAR 285
XI. AKDENİZ’İN SEVİNCİ 317
XII. SÖNEN YELKENLER 349
Muhammed ibni Mesleme: 370
Üsâmeibni Zeyd: 371
Abdullah ibni Ömer: 371
Ammâr bin Yâsir: 371
Hz. Ebû Bekir
Yazar:Ahmet Cemil Akıncı
Yayınevi: Bahar Yayınları
Hamur Tipi: 2. Hamur
Sayfa Sayısı: 318
Ebat: 13,5 x 21
İlk Baskı Yılı: 2011
Dil: Türkçe
Barkod: 9789754501254
Kitabı Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v)'in En Yakın Arkadaşının Hayatını Konu Almış Hikayeleştirilerek Okuyucuların Beğenisine Sunulmuştur.
Sunuş
İslâm'dan önce saygın, dürüst ve Allah'ın birliğine inanan bir tacir olan Hz. Ebû Bekir'in (ra), Hz. Muhammed (sav) ile çocukluktan itibaren başlayan büyük dostluğu gittikçe derinle-şerek Allah elçisinin hayatı boyunca devam etmiş, onun ölü-müyle de büyük bir özleme dönüşmüştür. Hz. Hatice'den (r.anhâ) sonra Allah elçisine ilk iman eden o olduğu gibi dört büyük halifenin ve cennetle müjdelenenlerin ilki de odur.
Hz. Ebû Bekir (ra), Allah elçisinin buyruk ve sözlerini te-reddütsüz bir şekilde kabul ettiği için onun, "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'inki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı" şeklindeki büyük övgüsüne mazhar olmuştur.
Dini-tarihi roman edebiyatımızın öncüsü Ahmet Cemil Akıncı elinizdeki kitapta Hz. Ebû Bekir'in (ra.) hayatını tatlı bir roman üslubuyla anlatmakta, gerek tarihi bilgileri gerekse ro-man ve şiir üslubunu son derece başarılı bir şekilde kullan-maktadır. Hz. Ebû Bekir Yüce Allah'ın birliğine inanan 'Hanif- lerden olduğu için yazar kitabın başında İslam öncesinde o bölgedeki diğer dinlerin durumunu ve Hz. Ebû Bekir ve diğer haniflerin yeni bir din gelmesi ile ilgili beklentilerini de genişçe ele almıştır.
Bu eserle birlikte diğer üç büyük halifenin hayatlarını da yine uzman tarihçi ve ilahiyatçıların titiz incelemesiyle sizlere takdim etmenin mutluluğuyla selam ve sevgilerimizi sunuyo-ruz...
BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
Bu eser, Hz. Ebû Bekir'in kişiliğini tam olarak açıklaya-bilmek için, yalnız onun hayatını anlatmakla kalmayıp, za-manının dünyasını da hikaye etmektedir.
O çağ insanının ihtirası, her yönüyle işlenmiştir. Yaşama savaşında kullanılan yöntemler üzerinde durulmuştur. Dinle-rin, ticarette ve ahlâk kurallarında yaptıkları etkiye değinil-miştir. Millet ve devletlerin birbirlerine reva gördükleri, sözde hükümdar ve idarecilerin halka yaptıkları zulümler incelen-miştir.
Böylelikle; önce Yüce Allah'ı bulan ve aydınlanan bir ru-hun insan kurtuluş hamlelerinde, tekamülde neler yapabile-ceği bütün gerçekleriyle gün yüzüne çıkarılmıştır. Fakat bü-tün bunlar roman tekniğiyle okuyucuyu sıkmadan sunulma-ya çalışılmış ve böylece, okuyucuya konuyu tetkik imkânı ve fırsatı hazırlanmıştır.
Elbette her cümlesi hakikat olan bir roman yazmak pek zordur... Bilhassa, bin beş yüz sene öncesinin tarihi, her ga-ye ve maksada hizmet için çeşit çeşit rivayetler ile dolu olun-ca daha fazla sabır ve inceleme ister. Görünüşte böyle ise de, iyi niyet ve bundan alınan cesaret ve azim, her dileyeni arzusunda başarıya ulaştıracaktır. Şüpheler, şimdiye kadar alışılmamış, denenmemiş istikamete gidişten doğmaktadır. Unutmamalı ki geçmişin insanı böyle yapardı. Batı bundan daima faydalanmıştır. İslâm âlemi ise tarihi tarih olarak yaz-makla yetinmiş, asırlarca atalarının yoluna gitmemekte ısrar etmiştir. Bugünün insanı bir eserden bilgi alırken zevkini hissini ve vicdanını doyurucu yöntemleri benimsiyor.
Bu çığırı bundan önce yazdığım Hz. Hatice isimli eserimle denedim. Beşinci baskısının hemen bitmesi, hakkında çok olumlu eleştiriler yapılması beni doğruladı ve cesaretlendirdi. Gerek Hz. Ebû Bekir ve gerekse Hz. İbrahim adlı eserlerim, Hz. Hatice ile atılan ilk adımın sağlam oluşundan doğmuş-lardır.
İslâm ve Türk tarihi, bitmez tükenmez hazineler yatağıdır. Onlara eğilip onlardan bir avuç almak ve onlara bakmak, çağımızın şaşkın, ve ne yapacağını bilmeyen, maddecilik yükü altında ezilen insanının yolunu göstermeye yeter. Çün-kü bu hâzinelerde her derdin devası vardır.
Meselâ, Hz. Ebû Bekir okunup bitirildiği zaman görüle-cektir ki, o çağın meseleleriyle bu çağın meseleleri benzerdir. Hz. Ebû Bekir bu meseleleri en salim ve tek yoldan, önce ruhunu imanla yıkayarak, onu medeniyetine ulaştırarak çözmüştür. Allah'ını bulan aydın bir ruhun büründüğü bede-nin, aklın, başarıdan başarıya ulaşacağını ispat etmiştir.
Hz. Muhammed (sav) vefat edince, bütün bir Arabistan'ı kaplayan yangının üzerine, hemen hemen bir avuç sahabey-le, kapanıp söndüren Hz. Ebû Bekir, kuvvet ve kudretini yalnız imanından almıştı. Eserde, yaptığı inkılâplar okunun-ca, Batı medeniyeti etkisinde kalanlar, bunların daha o de-virde, şimdikileri gölgede bırakacak bir haşmet ve İnsanî duygularla yayıldığını görerek hayrete düşeceklerdir.
Bu sebepledir ki, Hz. Ebû Bekir en mümtaz insandır. Her sıkışana yardım etmiştir. O, bir örnektir. Kuvvettir... Kudret-tir...
Gerek bu eserimde, gerekse diğerlerinde sayısız şiirler vardır. Bunların onda dokuzu kahramanlara söylettiğim il- hamlarımdır. Ayırmayışımın tek sebebi sayfaların güzelliğini bozmamak içindir. Esasen, dikkatli bir göz bunları derhal birbirinden ayırabilir.
Arzu ve niyetim, aynı yöntemle ilk dört halifeyi işlemektir. Şüphesiz, Hz. Allah'ın izin ve müsaadesi şarttır.
O'na sonsuz hürmet ve şükran!
İslam'dan önce saygın, dürüst ve Allah'ın birliğine inanan bir tacir olan Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Muhammed s.a.v. ile çocukluktan itibaren başlayan büyük dostluğu gittikçe derinleşerek Allah elçisinin hayatı boyunca devam etmiş onun ölümüyle de büyük bir özleme dönüşmüştür. Hz. Hatice'den sonra Allah elçisine ilk iman eden o olduğu gibi dört büyük halifenin ve cennetle müjdelenenlerin ilki de odur.
Hz. Ebu Bekir, Allah elçisinin buyruk ve sözlerin tereddütsüz bir şekilde kabul ettiği için onun, Bütün insanları imanı bir kefeye, Ebu Bekir'inki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basar şeklindeki büyük övgüsüne mazhar olmuştur.
'Yazar Ahmet Cemil Akıncı daha evvel yayınladığı kitaplarla ustalığını ortaya koymuştur. Böylesine ilmi bir konunun romanlaştırılması oldukça mesuliyetlidir. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterildiğine inanıyorum.'